22 Şubat 2012 Çarşamba

hayat oturur (saim dursun'dan ateş, duruş, hayat)

saim dursun yaşam, ateş, duruş, hayat demiş. hayat oturur, iyisiyle kötüsüyle, sizce de öyle değil mi?





19 Şubat 2012 Pazar

karıncalar ve insanlar (halit aker'in resimleri)

pamuk bulut pelin'in canı sıkılıyordu. böyle akça pakça, kat kat, otur otur nereye kadar, dedi bir gün; verdi kendini rüzgâra.

birazı tülenip püskül püskül saçıldı. iplik fabrikasında çalışan işçilerin dağılma saatine rastladı. devereci safiye'nin uzun saçlarına takıldı parçaları. safiye'nin kambur beli doğruldu. yürüyüşü dikleşti. atikçe tırmanmaya başladı gecekondusuna varan yokuşu. saçlarındaki ipek kalıntılarında pırıldayıp gülümsedi pelin.

kalanı yağmurla eriyip ötelere dökülmüştü. güneş çıktı ansızın, buğu olup yükseldi topraktan. akşamcı hayri'nin sersem sepelek meyhaneye yürüyen ayaklarına dolandı. uykuda gibiydi haytagillerin her zaman akşamdan kalması. rüya gibi hafifledi birden. nefesinde kah mey kah pelin buğusu.

safiye'yle hayri tam köşede karşılaştılar. ilk görüş, o görüş; şaşacak ne var bunda? hem bulut etkisi hem de buğu; iki kişilik karnavala dörtnala...

ama insan soyu bu;çoğu karıncadır asıl, bildiğin robot karınca. çalış çalış çalış, ye; olmadı dön gene çalış çalış çalış. hayatın tesadüfleyip büyülü bohçasıyla ellerimize teslim ettiği bütün güzellikleri gün gelir aniden bulut pelin'in eriyişi gibi kül edip dağıtır.

sabahleyin sanırsınız ki gladyatörlerle dolu bu dünya. göğüslerini şişirip özgüvenden zırhlar kuşanarak sokaklara caddelere dökülürler. çarpışa çarpışa geçer gündüzler.

akşamları süngü düşer. ne saf kalır, ne safiye, ne akşamcı, ne hayri. bitikliktir sonu. yalnızlık horozunun gagası keskin, ibiği kan kırmızıdır. mısır tanesi yutar gibi indirir midesine adamı. nihayetinde insan, karınca sürüsünün içinde gibidir ama alıyla moruyla yalnızdır. görülmez derinliklerdedir yalnızlığı.



halit aker'in diğer resimleri

 

14 Şubat 2012 Salı

doğasında var (zuhal sarıkahya'nın resimleri)

mısır püskülü koçanına, tesbih tanesi imamına, koyun kısmı çobanına, insan kısmı celladına aşık... doğasında var.

yarın kimse kimseyi öldürmeyecekse varsın kutlasınlar sevgilerini. 14 şubat dedikleri altı üstü sadece bir gün değil mi?



 
zuhal sarıkahya'nın diğer resimleri

10 Şubat 2012 Cuma

adımlar (emre baykal'ın resimleri)

“ben giderim yollar gider / dönerim dünyam döner”

artık kesin eminim, içimde bir çift upuzun parantez bacak var. akşam güneşinin uzattığı gölgeler gibi şeffaf. bozkırın içine kıvrımlanan yılan yollar kadar kaygan. hatta o kaçan yolun ufka vardığı yerde ayaklanıyor. dere tepe adımlamaya başlıyor zamanı. dünyayı tel araba tekeri gibi önüne katmış evire çevire döndürüyor.

emre baykal'ın çok sayıdaki işlerinden pek azı bu tarzda. bir dizi peyzaj, portre, çakıltaşı serisinin içinde -çoğunu beğenmekle beraber- bu resimleri çok çok özel buldum.


(17 aralık 2011)

9 Şubat 2012 Perşembe

içimdeki mahlûkat (murat tolga'nın resimleri)

hep onların yüzünden. hiç susmayan telefonlar... inanır mısınız keçilerimi zaptedemiyorum bazen. yanıbaşımdaki masada “sordum sarı çiçeğe” tıngırdarken, öte yanımdaki telefonda en baba rock şarkısı bangırdar. yavru keçiler tazecik sarı çiçeklere boynunu uzatma hevesinde. tek dişlik iş;kırt. anaları fena rockçı; telefonları pencereden fırlatıp atmaktan yana.

bazen kurtlar doluşuyor içime. habire tut, tut, ısır onu, diyor kalabalık. bir bakıyorum ki kendi bacağımı kapmış sivri çenem, keskin dişlerim.

boş, bomboş bir kafayla insan kılığında bir pelikan gibi yürüyor ruhum kimileyin. pelikan tabiatım alık mı alık.

kulaklarımda sular hışlıyor bazen: koyver kendini, balıksın, çök dibe.

amma velâkin keçilerim bırakmaz. dipten yüze çıkarım. küse barışa sarılırım hayata;insanım.




7 Şubat 2012 Salı

ağını ör, ömrünü ser (ruzin gerçin'in resimleri)

ağını ör, at hayata. ömrünü ser ipe, kurut; güneş seni seviyor. tıpkı saçlarını evlerimizin üzerine döken ağaçlar gibi. tıpkı söğüt salkımlarını, çiçek tohumlarını esenleyen rüzgâr gibi...

böylece kapalı geçidin yollara açılacak; bir değil, iki değil, dört değil, tam altı gözün olacak. biri göğe biri yere, biri nehire biri denize, biri dağa biri de insana bakacak; görecek. gördüğü yerde dağ dağa kavuşmuş olacak insan insana...


(8 ekim 2011)


seç beğen rövaşata (elif yılmaz'ın resimleri)


ankara misket havalarını şöyle bir geçip yeşil dağlara, denize doğru balık miskete gelip durunuz. ıslak, kaygan, parlak, bilye camları gibi renkli balık misket dünyasındayız şimdi kımıl kımıl. akın var, nereye? ha tabutta, ha tavada rövaşata! şu sürü sürü balıkların hayat kavgasından ne farkı var bizim seç beğen al; rövaşata hayatımızın?

                                                       
elif yılmaz'ın diğer resimleri

5 Şubat 2012 Pazar

zamanın ruhu- habip aydoğdu'nun yeni sergisi


insan, meydan, zindan: habip aydoğdu'nun “zamanın ruhu” adlı sergisi ankara'daki arete sanat'ta.

bir “sarmal”ın içinden geçip “oluşumun göbek bağı”ndan “bir şey oluşuyor” diyor. petrolün mavisi karardı, ortasından kan fışkırıyor. “kırmızıdaki ortadoğu”dan “kızıl boşluk”a geçildi. insan, meydan ilişkisinden özgürlük değil zindan çıkıyor. derin ayrışmalar, keskin “dönüşüm”ler çıkıyor. “zorlanan sınırlar”dan “kopuş”a varılıyor doğal olarak. atılan “kırmızı çığlık”lar işe yaramıyor. “zamanın ruhu”na “hayret” devam ediyor. yazar kalemini bırakıyor, müzisyen şarkı söylemeyi.  ressam “palete veda” ediyor, “tulum”unu çıkarıyor...



4 Şubat 2012 Cumartesi

'yer balık gök balık' (sefer öztürk'ün eserleri)

kavanoz dipli dünya, deyip özetliyoruz ya hayatı, işte o kavanozun dibinden görünenler bunlar. o nakış nakış balıklar, taşlar, bahçedeki duvar, tahta tekerlekler ... sanki birer akvaryum nesnesi gibi , nadidelikleriyle elbette ve elbette yok olduklarını/olacaklarını bilirlercesine şeffaf, berrak bize bakıyorlar. kavanozun dibindeki bize. yaa, deyip kafa sallayarak: kimine av olmak düşer, kimine avcı olmak, kimine balık olmak düşer, kimine ağaç olmak, kimilerine de böyle bakmak düşer, diyorlar belki birbirlerine.

velhasıl sefer öztürk 'yer balık, gök balık' diyor, bana göre.

(6 temmuz 2011)



adaklar, ölü kuşlar (serap murathanoğlu eyrenci'nin resimleri)

 adak ağaçlarının hiçbir suçu yok... çiçeği, böceği, kuşu, ağacı, dağı, kayayı sevdim. kim sevmez ki kucak dolduran bir dal ortancayı. rüzgâr ne bilsin, esince beni dünyanın bir ucundaki uçurum kenarına götürdüğünü. adak ağaçları ne bilsin uzaklarda, yükseklere tünediğimi, diken üstündeliğimi... içimden ölü kuşlar dökülürken özgürleştiğimi. yaralandığımı, ama özgürleştiğimi....

serap murathanoğlu eyrenci resimleri...

(26 haziran 2011)





serap murathanoğlu eyrenci'nin diğer resimleri

mavi bulut (demet yersel'in resimleri)

mavi bulut, tut kardeşlerinin elinden, ister balkondan dalın, ister kapıyı çalın da gelin. başımın üstüne, etrafıma, göz hizama... iniverin azıcık, seyrek seyrek de olsa. mavi bulut, yere yakın ama ne yazık, bizden uzak :((

        demet yersel resimleri...

demet yersel'in diğer resimleri

tenhada tek başına (adil ocak'ın resimleri)

altı üstü küçücük bir tohumla başlar filizin toprağı aşıp yeşermesi. insanın tenhalık umudu da öyle... miniciktir en başta. giderek büyür, büyür... günlerce, aylarca, kimi zaman yıllarca tepede bir ağaca bakar içinden; sabah, öğle, akşam, geceleyin ayışığında...

adil ocak'tan ağacın tek başınalığı... belki biraz fazla naif, ama insan da öyle değil mi?

(6 haziran 2011)


adil ocak'ın diğer resimleri

algı kapılarındaki büyücü (adem tabur'un resimleri)

bildik bir görüntüdür, dönümlerce tarlalara düşen tek tük ağaçlar, kavak, meşe;gölgeden sorumlu. köy evlerinin bahçelerinde çitlere tüneyen sığırcıktır, kargadır. yol ortasında dikelip uçmaya hazırlanır ki, kazdır ta arşa uzatır boynunu...

adem tabur'un resimlerinde o kavaklar, meşeler, bazen bozkır denizinde rüzgârla süzülen narin yelkenlilere dönüşür, bazen de eni konu denizkızı misali masalsı yerkızları, perikızlarıdır. çitlere tüneyen kuşlar ne karga ne baykuş; kekliktir, sülündür. kazlar bazen kuğuya bazen de tavuskuşuna dönüşür. hal böyle olunca da, adem tabur zaten ressam değil, algı kapıları büyücüsüdür!


(30 mayıs 2011)


adem tabur'un diğer resimleri

tülin'in dereleri aksa yukarı aksa (tülin demir'in resimleri)

yaprağa yayılan damarlara iyi bakınız dostlarım. nasıl da su taşıyor, hayat taşıyor yaprağın yeşiline.

21 mayıs gazetelerinde, fatsa'da yapımı devam eden iki HES için, dere yatağını tamamen boşalttıkları gerekçesiyle, hem mahkemeden hem de il çevre ve orman bakanlığı'ndan durdurma kararı çıktığı haberleri vardı. tamamının biran önce durdurulması dileğiyle...

tülin demir'in dereleri akıyor. kristal bir evrenin içinden bize doğru çekincesiz, billur.. ordu'nun dereleri de aksın, bütün karadeniz'in ve yeryüzünün... dereler de dünyanın hayat taşıyan damarları değil mi?

                                  



tülin demir'in diğer resimleri


yaralar ve dikenler (hayrettin sönmez'in resimleri)

küçük bir çocukken yakın tarlalardan topladığım papatyalarla süslerdim evi. ne kadar cam kavonoz varsa o kadar papatya. annem “bu tospaa otlarını niye doldurdun gene eve?” diye söylenirdi. “aslında ben tarla kenarlarındaki mor dikenlerle doldurmak istiyorum evi” diyemezdim...

küçük kurbağa derede kuyruksuz yüzebilir; insana sormak lâzım “dikenin nerede?” diye. dikensizse diyeceğim “ne işin var yeryüzünde?”. yazar (sadık hidayet) boşuna mı dedi “yaralar vardır hayatta” diye. benim için ha yara, ha diken; ikisi de bir. ikisine de parmak basıldığında acıtır. ikisi de koparılıp atılasıdır kimilerince. ikisi de iz bırakır. her iç yarasının başlangıcı dikendir; ya bir söz ya bir durum... batmıştır içinize bir kez, gün olur geçer, izi kalır. fiziksel yaradır kabuk bağlar, geçer, izi kalır zamanla. ikisi de güzeldir, biri büyütürken diğeri büyüler.

ressam hayrettin sönmez, yıllardır, çok sevdiğim mor dikenlerin(kenger)  resimlerini yapıyor. 8 mayıs onun doğum günüymüş. bu bakımdan rahat rahat “bol dikenli yıllar” dileyebilirim kendisine. dikensiz hay
at, hayat sayılmaz ki :)

(8 mayıs 2011)


hayrettin sönmez'in diğer resimleri

hayat acemisi(yim) (edibe ecemiş'in resimleri)

yıllar önce tozlu sokağımızın evlâtları elmasa benzeyen cam parçacıklarını paylaşamamışlardı bir türlü. çocukların ellerinden, taşınırken kırılan avizesinin parçacıklarını toplamaya çalışan kadına şaşkınlıkla bakıyordum. niye?

yolda dalgın dalgın karşıya geçerken birdenbire korna çalıp yol verince bir araba yine şaşkınlıkla bakıyorum; niye?

oysa ipek böceğinin tohum halini bilirim. sonra tırtıl; ki ellerimle dut yaprağı yedirdim; sonra koza, sonra kelebek.... ellerim kelebek tozuna da dokundu. kalabalık kaldırımda insanlar gidip gelirken biri kaza ile gülümsese örneğin yine şaşırma duygusu içimde; “allah allah” diyerek. ama ellerimi çırpsam rengârenk kelebek tozu dökülse hiç şaşırmayacağım belki... niye?

edibe ecemiş resimleri...

nisan 2011

edibe ecemiş'in diğer resimleri

enlem hanya boylam konya (reyhan uludağ'ın resimleri)

şamatacı kardeşlerin ilk coğrafya merakı "kiminiz hanya'ya, kiminiz konya'ya düşersiniz inşallah" bedduasını işitmeyle başlar herhalde. konya'yı haritada bulmak kolay da hanya neredeydi acaba? böyle başlar.

derken işin içine enlem boylam kardeşler girerler. onlar ki dünyayı sararlar, haritalarda görünürler ama gerçek hayatta yokturlar, denir. sanal çizgilerdir, denir. oysa adım başı etrafımızdalar. çift yüzlü keskin bıçak gibi hayatın her anını kapatmışlar. aman cambazlık etmeye filân kalkışmayın, her nasılsa hayat, öyle gidiyor zaten. o buğulu gözlü, kız saçlı atlar için de hayat enlem boylam dahilinde, kuğu gibi dans eden balerinler için de, elini kolunu sallaya sallaya yürüyüp giden herhangi birimiz için de. haritalarda bulmak mümkün tabii ki hem hanya'yı hem konya'yı. ama yaşadıkça anlıyor ancak insan; enlem hanya'yla, boylam konya'ca kuşatılmışlığını...


reyhan uludağ yeni sergisine hoş bir ironiyle "çizgiz" demiş. ben de "enlem hanya, boylam konya" dedim. çünkü bunca parçalanmaya, kuşatmaya, saldırıya, zorluğa haydi açık açık söyleyeyim; -kesik atma tabirine uygun olarak- kesiğe rağmen, güzel şeyler inadına çıkıyor hâlâ ortaya değil mi?

reyhan uludağ resimleri...

(nisan 2011)


reyhan uludağ'ın çizgiz sergisindeki diğer resimleri

3 Şubat 2012 Cuma

suç da benim ceza da! (gökhan balkan'ın işleri)

gökhan balkan'ın insansız heykellerini çağdaş sanat fuarında görmüştüm. o heykellerden "suç ve ceza"nın fotoğrafı yanda. hayat kadınlara daha fazla elbise giydiriyor maalesef. tüm insanlık elbiseleriyle birlikte hem en meta, hem en mağdur, hem en en en... 'en'lerin sonu   yok.  raskolnikov, sıkma canını, suç da benim ceza da, diyorum artık; azraille dalaşmanın gücü adına...





'rüküş hayat' (metin güçlü'nün resimleri)




merak etmeyin yanlış yazmadım, "lüküs hayat" değil 'rüküş' hayat... masallarda bir dudağı yerde bir dudağı gökte diye anlatılan devler vardır ya hani, tıpkı onlar kadar rüküş hem de. bir dudağı duvar diplerinde bekleşen yoksullarda diğer dudağı bankaya para yatıran burjuvada. tepeden tırnağa süs püs ama girdap içinde denge arıyor! hatta öyle rüküş ki bu hayat, bazen kendimi tutamayıp “kaçıl önümden” diyesim geliyor.

metin güçlü resimleri...
metin güçlü'nün diğer resimleri

eynim doğa gönlüm doğa ben doğa (kamer önder'in resimleri)

doğa, hele hele baharda öyle sarıp sarmalayıcı ki, tepeden tırnağa çiçek açmış bir ağaçta, çayırda, çimende, narin bir gelincikte...baktığınız yerde kalır aklınız. siz mi doğayı giyindiniz doğa mı sizi belli değil.
 
kamer önder'in resimlerinde doğayı giyinmiş insanlar.
 



kamer önder'in diğer resimleri
 
 
 

sesler gölgeler (ışıl özışık resimleri)

istanbul; yüründükçe gölge, yüründükçe ses... burada gölgeler, hem çoğuldur hem hızlıdır; aslından da, seslerden de... her yer ayna. yağmur yağmış asfalttasın, ayak seslerin, aksinle. kar yağmış, aynı şey; çıtır çıtır yürürken bütün renklerinle buzdasın. gölgen önde sen arkada, hayat önde sen arkada; yaşayıp durursun sesler, renkler, akisler içinde.

ışıl özışık resimleri...




ışıl özışık'ın diğer resimleri

omuz omuza (aslı özen'in resimleri)

omuz omuza sözünü öteden beri severim. biz kızlar omuz omuza verip iş güç yapmayı, dertleşmeyi, gülüşmeyi, ağlamayı iyi biliriz; en az bunlar kadar gerektiğinde omuz omuza verip dövüşmeyi de...



aslı özen'in sitesi

gökyüzüne dayadık merdiveni (mustafa demirpençe'nin resimleri)

daha geçenlerde dünyanın yuvarlaklığına -yeniden- kani olmuştum; oysa şimdi inanıyorum ki dünya giderek yükselen, göğe doğru uzayan bir dikdörtgen... gözümü açar açmaz pencereden gördüğüm, sokakta aralarından geçtiğim, hatta birisinde oturduğum... tepelerinde dizi dizi ağız açmış çanaklar; uzay yoluna gezmeye gideceklermiş gibi her daim hazır ve nazırlar. neymiş; evmiş, otelmiş, rezidansmış...

dünya gökyüzüne merdiveni dayamış yüzyıllardır tırmanıyor. dikdörtgen demem bundan. ispatı mustafa demirpençe'nin resimleri... yeri gelmişken şöyle iyice bir seslenmek isterim: yıkın, yapın, dökün, çakın....dikin metrelerce betonu heyula gibi. günün birinde toprak altında kalacak yapıtlarınızı bulduklarında, “arkeolojik şey” demeye bile lâyık bulmayacaklar.

mustafa demirpençe'nin yeryüzünden gökyüzüne basak basak uzayan dünyası...








bir zamanlar tüm zamanlar (başak tiryaki nakip'in resimleri)

 mor; ölüm-kalım meselesi imgesi mi? gözün görmek, kulağın duymak istemediği yaşam mücadelesi bayrağımı ? hayır, hayır. çamaşır asılı yoksulluk bayrağı sokaklar, gecekondular kadar; kubbeler, saraylar, hanlar, hamamlardadır. kadının var olduğu her yerde, hayata en çok yakışandır.

onun için başak tiryaki nakip'in semazen resmindeki mor şaşırtmıyor beni. yağmurla mora kesmiş akşama şaşırmıyorum. camilerdeki, kiliselerdeki mor ve tonlarına da... tam tersine “budur” diyorum. dünya bir zamanlar hep mor değil miydi zaten ? şehirler? hem kargalar ne zaman bastı şehirleri allah aşkına?


başak tiryaki nakip'in diğer resimleri

insan sevilir(mehmet ali diyarbakırlıoğlu'nun resimleri)

sepet ördüler, süpürge bağladılar, odun kâh sap, kâh merdiven kâh sandalye oldu ellerinde. orak-bıçak bilediler, çekiç vurdular, demiri işlediler oya gibi, şekil verdiler. şerbet yapıp soğuttular gülümseyerek. kimileri de semerci, keçeci, kendirci, zembilci, köşkerdi. hepsi de diyor ki; insan, sevilir.

mehmet ali diyarbakırlıoğlu resimleri...



mehmet ali diyarbakırlıoğlu'nun diğer resimleri